Diyanet Mimar Çalıştırmalı
Toplam okunma sayısı: 2212
01 Tem 2009
Dergimize sektörle ilgili açıklamalarda bulunan Koçer Çinicilik sektörünün dününü ve bugününü değerlendirdi.
Akın Kıraç: Hocam öncelikle çiniciliğin tarihinden başlayarak bize çiniyi anlatabilir misiniz?
Mehmet Koçer: Bu önemli bir konu. Türkiye’de hala görüyoruz bakıyoruz ki vay Kütahya idi vay İznik’ti. Kütahya’mı? İznik’mi? işte İznik şöyle Kütahya böyle, bunlar bana kültürden uzak, bölgeci bir yaklaşım olarak gelmekte. Ama buna tarafsız bir gözle baktığımız zaman Kütahya’daki çini sanatı da İznik’teki çini sanatı da ülkemizin kültürünün ve sanatının bir parçası. Yani böyle ayrım yapmak doğru olmamakla beraber sıkıntılı ve yanlıştır. Sonuçta ülkemizin kültürü ve sanatına katkısı olan, kendi çağında bir takım işler yapan başaran yerlerdir.
Çininin geçmişine gelince, ata sanatımızdır. Uygurlardan bu yana çini sanatımız varlığını devam ettiriyor. Bu sanat dönem dönem çok değişik merhaleler geçirmiş ve Selçuklularla da Anadolu’ya gelmiştir. Genelde mimarinin vazgeçilmez bir parçası olarak kullanılmıştır. Yani devletin yapmış olduğu prestij yapılarda, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, türbeler, medreseler, camiler gibi yerlerde kullanılmıştır. Selçuklularda özellikle çini olmazsa olmazlar arasına girmiştir. Mesela Erzurum çifte minareli medreseye baktığımız zaman çifte minarelerde çini mozaik parçaları görürsünüz. Azda olsa çokta olsa çini parçaları konulmuştur. Sivas ta Gökmedrese’de turkuaz gök mavisi çinicilerindir. Halk deyimiyle adını Gök medrese olarak almıştır. Turkuaz yabancı kökenli isimdir, Türk mavisidir, Türklere ait mavidir.Eskiden bakırı bakırcılar işlerken sertleşir döve döve,bakırcı tekrar bunu yumuşatmak için işlemi rahatlatmak için bakırı tekrar ateşe verir ısıtır. Tekrar döver tekrar ateşe verir, bu dövme esnasında bakırın yüzeyinde bir oksitlenme oluşur. Bakırcı çekici vurduğu yerin altında toz gibi birikinti oluşur. İşte o bakır oksittir. Eskiden bu insanlar bu bakır oksiti almışlar içine birtakım çininin kendi hammaddesinden çamurundan biraz kil ilave etmişler suyla karıştırmışlar ve bu boyayı elde etmişler. Turkuaz bu. Ama bugün turkuaz; bakırın bütün türevleri turkuazı verir. Mesela bakır sülfatta, bakır oksitte turkuaz rengini yakalarsınız. Dünya bunu bilmezken biz bakırdan bu boyayı yakalamış dünyaya tanıtmışız. Dünyada buna Türk mavisi, turkuaz demiştir. Selçuklularla Anadolu’ya gelmiş ve bütün mimari yapılarda çiniyi görmek mümkündür. Ve bunun adına KAŞİ denilmiştir. Bu işle uğraşan insana da KAŞİGİRAN denmiştir. Yani siz bir zaman tünelinden geçip 15 veya 16.cı yüzyılda Kütahya ya gelip çini almak istiyorum deseniz sizi kimse anlamaz. Ama KAŞİ almaya geldim derseniz anlarlar. Çini kelimesi yoktur. Duvara döşenen mimariye bağlı kaplama malzemesi kâşidir. 18.yy sonu 19. yy başlarında Anadolu’da Osmanlıda devletin çöküşüyle yaşanan sıkıntılı dönemler sonucu çiniye ilgi azalmıştır. Çiniden gelen Çin işi anlamında çini denmeye başlanmıştır. Ama alakası yoktur literatürümüze girmiş ve değiştirme şansımız yoktur. Zaten Çin-i diye okunur, çin e ait olan çin işi manasındadır. Ama çini 16.yy.da hiçbir kayıtta çini kelimesine rastlanmaz.
Çiniyi mimaride kullanma geleneği Selçukludan gelmiştir. Sanat tarihinde geçiş dönemi süreçler vardır kesin tarih yoktur. Şimdi Osmanlı’da da ilk çini 1326’da Bursa’nın fethiyle başlar. Bizanslılardan alındıktan sonra imar faaliyetine geçilecek camiler hanlar hamamlar yapılacaktır. Kimliğimiz artık mimaride de var olacaktır. Ülkenin kimlikleri mimarisiyle ortaya çıkar, her ülkenin mimari kimliği vardır. En basit misali Selçuklu Osmanlı teğet kemer veya penci kemer kullanmıştır ama Roma daire kemer dikkat çeker. Mimari kimlik derken onu kastediyorum. Bursa’nın da Türk-İslam karakterini kazanması için mimari yapılar kullanılıştır, bunlar yapılırken de Selçuklulardan gelen gelenek vardır, mimari yapılarda çini kullanma geleneğidir. Çelebi Mehmet’in yaptırdığı kendi türbesi, içi dışı çinidir. Sandukasına kadar çini döşenmiştir. Osmanlı’da Fatih dönemine kadar Anadolu’da şurasıdır diyebilecek kadar çini merkezi yoktur. Çiniler bu yapılara nasıl kondu derseniz? O zamanlar bir devlet adamının adına, bir cami bir medrese yapılacak ise orda bir taş atölyesi, ahşap atölyesi, çini atölyesi kurulur. O zaman insanlar kerpiçten bu fırını yapmışlar yakınca tuğlaya dönüşmüştür. Çinilerde yerin özelliğine göre yapılmış, hammaddeyi getirmiş, uygulanmıştır, şimdi Osmanlıda gerçek manada yerleşik çini Fatih döneminde başlar. İstanbul alındıktan sonra artık Osmanlı büyük devlettir, doğunun ve batının tek hâkim devletidir. Osmanlı artık medeniyettir. Medeniyet değişik kültürlerin sentezidir. Şuna değinmek istiyorum Çin’de porselen M.Ö. lere dayanmıştır, Almanlar 7.Yy. Bavyera porseleni yaptılar, nasıl yaptılar bilmiyorum. Ustalar seyyahlar ya da orda öğrenildi getirildi. İngilizlerde yaptılar, ama her ikisinde de porselen kraliyet atölyeleridir. Yani porselen avamın masasında kullanılan bir malzeme değildir. Çok kıymetli Fatih batının güçlü devlet adamı olurda masasında porselen görmek istemez mi… Osmanlıda porseleni ister, arzular. Ve hemen bunun için seferber olunur. Fatih sarayda sanatçılardan ve zanaatçılardan oluşan bir ehli hiref kurar. Bunlara baktığımız zaman sarayda fevkalade bir gelişme olur sanat açısından. Mesela Çiniyle desenle ilgili Özbek Baba nakkaş’ı getirir. Bunlar kültür tarihimiz açısında çok önemlidir. Baba nakkaş’ın üslubu hala günümüze kadar gelmiştir. Yanılmıyorsam İstanbul Çatalca tarafında Baba nakkaş köyü var, camisi var cami bahçesinde kabri vardır. Bir yaştan sonra arazi veriyor onurlandırıyor. 15.Asır mavi beyazların hâkim olduğu bir dönemdir. Bu dönemden günümüze çok eser kalmıştır. Ama %90’ıda yabancı müzelerde. Dünyanın hemen hemen çoğu müzelerinden bu çiniler 3-4 ay emanet getirildi. İstanbul İbrahim Paşa sarayında sergilendi. Bin bir ricayla minnetle alındı bu müzelerden.
Bu güne bakıldığı zaman, ne o günün çinisi nede porseleni ikisinin arasında sanatta ve fırçada özellikle gelişme olmuştur. Zaman içerisinde bunlar saraydan çıkarılmış, değişik evlerde konaklarda kullanılmış, kapalı çarşılara düşmüş ve yurtdışlarına gitmiş, onlarca, yüzlerce 16. 15.Asır çinilerimiz yabancı müzeleri süslenmiştir. Çok azıda kendi müzelerimizdedir.
Akın Kıraç: Yani merkez İstanbul mudur?
Mehmet Koçer: İstanbul’dur tabi, saraydır. Şimdi İznik ve Kütahya’ya geleceğim, bütün bu desenler saray nakış hanelerinde çizilir. Bursa’nın neyi meşhurdur ipeği; Osmanlı dünyanın hemen hemen her yerine Osmanlı kumaşları ihracat etmiştir. Bursa’da dokunan kumaşların desenleri sarayda çizilmiş Bursa’da dokunmuştur. Bunun sebebi Bursa’nın ipekböcekçiliğinin merkezi olmasıdır. Hâlâda meşhurdur. Ama bütün desenler sarayda hazırlanmış işlenmiştir. Bunda İstanbul’a yakınlığının da payı vardır. Öbür tarafa baktığımızda aynı deseni çinide de kumaşta da halıda da görürsünüz. Taşta da mermerde de görürsünüz.
Akın Kıraç: Bu bir gelişme midir?
Mehmet Koçer: Tabiî ki. Saray nakış hanelerinde artık oturtmuş bir desen arşivi vardır. İhtiyaca göre geliştirilir.
Akın Kıraç: Hocam saray burada neyi amaçlamış?
Mehmet Koçer: Şimdi mantık su, siz burada mimari eser ortaya koyuyorsunuz. Mimar burada bir tezyinat istiyorsa nakkaş gelir ona göre tezyinatını yapar. Ve bunlar İznik’e gönderilir orda atölyede üretimi yapılır.
Akın Kıraç: Sarayda nakkaşlığın merkezleşmesinin sebebi nedir?
Mehmet Koçer: Devlet sanatçıyı ve zanaatçıyı koruyor destekliyor. Bakınız Osmanlının bütün sanat eserleri gözümüzün önünde. Güzel sanatlar bir ülkenin de bir müessesenin de her şeyin vitrinidir. Sanat farklı bir olaydır. Osmanlıdan her sene belli bir tarihte bütün sanatçılar hünerlerini gösterirler ve padişah kese kese altın verir mükâfat olarak. Kültür tarihimiz çok çok derindir. Biz çocuklarımıza savaştan vurmadan kırmadan bahsettik hep. Fatih bunu açmış kapatmamıştır. Ondan sonra gelen bütün padişahlar devam ettirmiştir. Örnekle; Yavuz Sultan Selim İran seferinden bazı kayıtlara göre 100 bazı kayıtlara göre de 750 sanatçıyla ve zanaatçıyla dönmüştür,
Saray arşivlerinde Prof.Dr.Ali Haydar Bayat hocanın araştırması vardır. Tek tek envanterini hepsini çıkartmıştır. Hepsinin hangi meslekten olduğu dahi bellidir. Bunların içinde 4 tane kaşigran vardır, 8-10 tane de nakkaş vardır. Düşünebiliyor musunuz Kanuni Sultan Süleyman mısırdan düğüm ustası getirmiştir. Motifte düğüm atma tekniği vardır. Bir Baba nakkaş. Osmanlıda sanata fevkalade bir destek var. Kütahya’da daimi merkezdir, İznik saraya hem yakın, ulaşım malzeme nakli kolaydır. Bunun en güzel ispatı: saray bitmiş İznik’te çiniler bitmiş. Çünkü çeşmenin suyu kesilmiş, çeşmenin başı saraydadır. Osmanlı o savaştan bu savaşa derken, devletin küçülmesiyle çini yok olmaya başlamış, İznik’te çini unutulmuştur, bir tek çini atölyesi kalmamıştır. Kütahya da Çininin saraya uzak olması dezavantajı olmuştur. Ama sonradan avantaja dönüşmüştür.
Mimaride tezyinat, mimarinin bir eksiğini kapatmak için yapılmaz, mimarinin bir parçası olarak düşünülür. Osmanlı bu bilinçle Çini’de de ahşapta da kalem işinde de öyledir. Sultan Ahmet Cami’nin mimarı kubbesinin tezyinatını yaparken gözlerini kaybetti derler, bu adam mimar aynı zamanda nakkaştır. Bir ara halk arasında kubbede kaybolduğu rivayeti dahi söylenir.
Bu toplumun sanat ve sanatçıya bakısındaki ulvi düşüncedir ama sonuçta Osmanlı’nın sanata sanatçıya verdiği önemin bir ifadesidir.
Ermeni ustalarda Rum ustaları da çalışmıştır. Hatta tarihteki ilk toplu iş sözleşmesi çini sektöründe yapılmıştır. Sonuç olarak Kütahya’da çinicilik bitmedi devam ediyor.
Çininin mimarlık fakültelerinde sanat tarihi konusu olarak görülmesi yanlıştır. Hâlbuki yaşayan bir sanattır, artık öyle bir noktaya geldi ki Kütahya’da bu işin fakültesi yüksekokulu var. Türkiye’nin çok değişik yörelerinde bu işin eğitimi verilmekte, İzmir’de Sakarya’da Çanakkale’de hatta cezaevlerimizde çini diye güzel bir meslek oluşturuldu. Çok güzel çiniler yapılıyor.
Buradan şöyle bir şey çıkıyor. Çinimiz tanıtımda istihdamda pazarda sıkıntılı. Altyapıda yetişiyor aslında istihdamda meslek olarak güzel bir gelişme var tek sıkıntı tanıtım ve pazarlamadır.
Akın Kıraç: Peki çiniciliğin Türkiye’de sanatsal açıdan zirve yaptığı zaman hangi zaman?
Mehmet Koçer: Şöyle söyleyeyim, bu sanat 30 yıl öncesine kadar babadan oğla geçen bir şekilde bilinçsiz halde yaşıyordu. Ta ki eğitim sanata bakana kadar. 1970-80’den bu yana kadar. Eğitilmiş insan daha bilinçlidir, yurtdışında sergi açanlar var. İstanbul’da İzmir’de Bursa’da örgencilerim var. Kurslarını veren örgencilerimiz var. Şimdi çini denildiğinde bir sektör görülmekte. O zamanlar kuyu fırınlar vardı şimdi elektrikli kamera fırınlar var. Daha elverişli seramik makineleri mevcut. Teknoloji girdi sanatın içerisine ve öyle bir durum söz konusu ki bugün Kütahya’da yalnız çininin çamurunu üreten firmalar var, dekor yapan yalnız altyapı şekillendirip form olarak satan bisküvici dediğimiz firmalar var. Büyük çapta düşünüldüğünde hepsini yapan firmalar var.
30 sene önceye kadar bunları söyleseler inanmazdınız. Şimdi başlı başına şirketler var sır yapan çini çamuru yapan seramik yapan. Bu demektir ki sektör artık küçük atölyede değil branşlaşmış. Bir sanat sektör haline gelmesidir. Önemli olan bir sanatın kültürün getirisinin daha fazla artması istihdama katkı sağlamasıdır.
Akın Kıraç: O zaman çinicilik aslında tarihte önemli bir çağı mı yaşıyor?
Mehmet Koçer: Tabiî ki, çağın icatlarını yaşıyor. Şimdi bakınız, ben tabak yapmışımdır, aradan bir yıl geçmiştir, tabak duvarda sırı patlamış içinden taş atkını dediğimiz sırı patlatmıştır, neden? Çünkü tam filtre edilmiyor. Çamurun içindeki küçük bir haşhaş tanesi büyüklüğündeki taş piştiği zaman kirece dönüşüyor ve patlıyor. Şimdi o çamur presten geçiyor. Sapa sağlam bir yapı. Teknolojide altyapıda böyle bir şey söz konusu değil. Şimdi sıkıntı nerde oldu? Sorun pazarda ve tanıtımda. Şimdi diyoruz ki bu pazarı nasıl arttırabiliriz. Bu işin farklı boyutları var tabi. Mimaride çini diyebiliriz, gerek iç mimaride gerekse dış mimaride çininin kullanılmasıdır. Bununla bağlantılı olan mimarlarımızdır. Ne yapmamız lazım? Mimarlarımıza çiniyi tanıtıp, malzemeyi anlatmamız lazım.
Akın Kıraç: Çini’nin çini olabilme şartları nedir?
Mehmet Koçer: Çininin kendine göre tekniği vardır ve çini hava şartlarına dayanması lazım. Siz mimarsınız burada dış cephede kullanayım da, burası -10 - 20 dereceyi görüyor, senin çini bu şartlara dayanır mı? Bir sene sonra bu çiniler patır patır patlarsa, bu zararı nasıl telafi edeceksin? Haklı olarak bu sorulur. Ama artık Kütahya çinileri bu sorulara cevap verebiliyor.
Uğur Şengel: Çiniyi çini yapan deseni mi kalıbı mıdır? Yani modern bir desen getirsem yaptırsam olur mu?
Mehmet Koçer: Tabi daha modern bir desen olabilir, Mimarinin kimliğine göre olabilir.
Akın Kıraç: Mimarlar bu tarz iç ve dış cephede çini kullandıkları zaman kullanım ömrü ne kadardır?
Mehmet Koçer: Kullanıma bağlıdır, dış cephede kullandığımız bir çini biri gelip kırmadığı sürece sonsuzdur. Mesela Selimiye deki çinilerin ömrünü bana söyleyebilir misiniz, gidip sabote edersem elbette gider. Çiniyle lavabo yaptık, bir mimar arkadaşımın isteği üzerine.
Mimarlarla çalışmanın faydası o, mimar kendi yapısı içerisinde çiniye bir yer ayırıyor. Oda mimarinin bir parçası oluyor. Biz sonradan yama gibi çiniyi oraya yapıştırmadık, mimarinin kontrolündedir. Nereye nasıl istiyorsa o şekilde konulur, saygı duyulur.
Bu konuda Türkiye’deki diyanet teşkilatını duyarlı olmaya çağırıyorum. Müftülüklere söylüyorum, gerek mimari gerek tezyini açısından bünyenizde bir mimar çalıştırın, görüntü kirliliğini yok edelim. Ben öyle camilere girdim ki çok harika mimariler vardı. Ama bir o kadarda kirlilikler var, neredeki ayıbı nasıl kapatırım düşüncesiyle doldurulmuş, tezyinat curcuna olmuş bakarken yoruluyorsunuz. Cami yapılıyor açılışı yapılıyor mimariyle bir alakası yok. Belediyelerin bünyesinde neden imar komisyonu vardır? Şehrin genel bütünlüğünü, şehirciliğinin daha sağlıklı sıhhatli görüntü kirliliğinden kargaşadan uzak daha sistemli ve güzel bir şekilde görünüm sağlamak içindir. Bugün belediyeler çatıdaki antene, balkondaki çamaşırınıza dahi müdahale edebilir durumdadır. Ama gel gelelim mimari denetimden uzak camilerimize girdiğimiz zaman ne kirlilikler vardır içeride görüntü olarak. Bunu kontrol etmek zor değil.
Biraz aydın biraz ileri kesime söylediğimiz zaman Hocam ne olur camiye çevirme diyor. Camiye karşı değil, ama bu kirlilik bunun önüne geçiyor. Türkiye’nin kültürel bir problemidir.
Akın Kıraç: Çinicilik sektöründe çalışan istihdam Türkiye genelinde ne kadardır.
Mehmet Koçer: Türkiye genelinde bilmiyorum. Ama Kütahya’da şunu diyebilirim Kütahya’nın dörtte biri çiniyle uzaktan yakından ilgilidir. Ya hısım ya akrabaları çinicidir, kimisi hammaddeyle uğraşır kimisi pazarındadır, kimisi babası çinicidir, kiminin annesi. Yani Kütahya’nın halkına o kadar nüfuz etmiştir. İznik’te bu yoktur. Kütahya bu sanatla bağını hiç kesmemiştir ama İznik asırlarca kesmiştir. İznik çini vakfı olmasaydı belki hala İznik çiniyle bağını kuramayacaktı. Bunu takdirle karşılamak lazım.
Akın Kıraç: Peki çinicilik konusunda kamunun yapması gerekenler var mıdır?
Mehmet Koçer: Bir araştırmaya göre Kütahya çini sanatında 62 işletmede toplam 242 kişi sigortalı çalışıyor. Bakın 62 işletmeden yalnız 242 kişi. Kayıt dışı çok fazla, buda maliyeti etkiliyor. Kütahya çini sanatında büyük problemdir. Devlet bu sektördeki problemi işçinin sigorta priminin yarısını devlet karşılasa kayıtlı eleman üçe dörde katlanır. Az sermayeli iş zaten, sigorta deyince beli bükülmekte. Biraz devletinde bu konuda düzenlemeye gitmesi lazım. Vergi takibi de buna kezadır.
Bir ürün çatlamışsa, kırılmışsa bunun geri dönüşümü yok, direk çöpe gider, bunu tamir etmek tekrar kazanmak mümkün değil. Şimdi gelipte öteki sektörlerle aynı vergi dilimi içerisinde değerlendiremezsiniz. Devletin bir katkısı olsun istenir elbette. Fikir ve sanat eserleri kapsamına girdi deseler de içi boş bir uygulama. Uygulamada çok büyük aksaklıklar vardır. Bir çinici vazosunu sattığı zaman vergi usul kanunu aynen uygulanıyor, maliyet yüksek olduğu zaman olumsuza itiyor. Bu sıkıntıların masaya yatırılması lazım. Dünyanın çok değişik ülkelerine çini satıyoruz, Türk sanatı dedirtiyoruz. Niye güzel bir resim tablosuyla aynı kategoride değerlendirilmesin.
Akın Kıraç: Bunların dışında çini sektörüyle alakalı bize aktarmak istediğiniz bir şeyler var mıdır?
Mehmet Koçer: Şimdi şu noktaya geliyoruz, bu çini sanatı kesinlikle yaşayan bir sanat dalıdır. İstihdama ülkeye katkısı oluyor. Ama kültürel boyutta tanıtım boyutunda devletinde bu konuya el atması destek çıkması gerekir. Tamamen bu insanları kadere terk eder gibi bırakmak iş değildir. Bir diğer konu okullarımızdaki programlar o kadar uyduruk ki. Mesela üniversitelerde bu bölümün adı ESKİ ÇİNİ ONARIMI. Nereye hangi fakülteye giderseniz gidin eski çini onarımı diye geçiyor. Ne demektir bu eski çini onarımı. Eski çinide yeni çini onarılmaz. Kırılan bir vazoyu ancak yapıştırırsın bu onarmak kurtarmak değil, bu bir nevi restorasyondur. Çiniyle ilgili bölüm açıyorsun, bir kere isim yanlış. Bu ne demektir. Bunu bilimsel cephede çok iyi incelemek gerekiyor.
Akın Kıraç: Teşekkür ederiz hocam.
Mehmet Koçer: Biz teşekkür ederiz, sizleri tanıdık, çiniye sanata ilgi duyan bir dergimizin olması bizleri mutlu ediyor.