Kentsel Dönüşüm 1
Toplam okunma sayısı: 1541
01 Eki 2010
Türkiye’nin birçok ilinde depreme dayanıklı olmayan ve zaman içinde eskiyen binalar Kentsel Dönüşüm çerçevesinde yıkılıp yerine, adına modern denilen ilk baktığında bile soğuk luk hissi veren binalar dikiliyor.
Tabi bu illerin başında herkesin tahmin edebileceği gibi İstanbul, İzmir, Ankara ve diğer büyükşehirler gelmekte. İstanbul’un başını çektiği kentsel dönüşüm hareketleri yabancılara bile rant açısından parmak ısıttırmakta. Evet, İstanbul için çok şeyler konuşulabilir yazılabilir çizilebilir. Sokaktan ilgisi olmayan bir vatandaşı bile çevirseniz İstanbul hakkında, İstanbul’un yeni yapılanması hakkında birkaç kelam edebilir. E o zaman biz de birkaç kelam edebiliriz herhalde.
İstanbul 2010 Avrupa başkenti olmayı şimdi hak eden bir şehir değil. Zaten Avrupa’nın başkentiydik. Aslında Avrupa’nın başkenti olmaktan uzaklaşan bir yapıdayız. Farkında değiliz. Şehri önceden kuranlar, planlayanlar tüm zamanlara göre şehri tasarlamış şehre bir görüntü vermişler. Doğal güzelliğinin yanı sıra bir de insanın katmış olduğu güzellikler birleşince İstanbul, İstanbul olmuş. Peki, şimdi ne yapıyoruz. Şehre çeki düzen vermek isteyenler ne yapmaktalar. Nasıl bir özenti içindeyiz acaba. Newyorkamı benzemek istiyoruz Dubai yemi. Kendi kendime soruyorum açıkçası bir şehre modern mimarinin çizgilerini yakalamış yüksek mi yüksek bir gökdelen dikmek marifet mi acaba? Hele de bu şehir İstanbul olunca. Şu da sorulabilir o kadar yüksek gökdelen yapmak için ticaret yapıyorsan ve bu gökdelen sana çok para kazandıracaksa reel midir değil midir? Evet reeldir. Ticari olarak yapılabilir. Ama eski tarihi olan ve o tarihi duruşuyla insan topluluklarına bir şeyler anlatan yapıların yanında hiçbir şey ifade etmeyen koca koca ruhsuz taş yığınları yapmak ne kadar mantıklı. O zaman ben yapmam. Yapamam cevabını kendimde bulabiliyorum.
Binaların bile kimliği var bir dili var. İnsanlar evde işyerinde sokakta pazarda her yerde somurtup gezmeleri neden acaba. Hali vakti yerinde olanların bile gülmediği bir ülke oluşturduk. Bunun alt yapısını hazırladık ve gelecek nesillere de bunu iletmeye çalışıyoruz. Çocuklarımızın bu bağlamda dostu muyuz düşmanımı? Süleymaniye’yi Selimiye’yi yapan ruh nerede? Merak ediyorum gerçekten. Koca Sinan kalksa ne der acaba. Bizlere teslim ettiği şehri böylesine hovardaca tükettiğimize güler mi ağlar mı? İstanbul da yaşamak için rahmetliye böyle bir ay gibi bir süre daha verilse ne yapar acaba? İnanın çok merak ediyorum. Ülkeye Başbakan mı olmak ister acaba? Dümenin başına geçeyim de bir ayda komple kanunları çıkarayım da torunlar bir süre daha idare etsinler mi der. Nereden başlar inanın bilemiyorum. Yoksa Üniversite Üniversite gezip konferanslar mı verir. Mesela bize gerçek reçeteler çıkarsa biz bu reçeteye uyarmayız. Evet, sorular üstüne sorular. Bu konuda birçok soru sorulabilir. Farklı cevaplarda alınabilir. Her halde cumhurun ekserisi bir bataklıkta olduğumuzun farkındadır. Şu da söylenebilir. Sinan hiç durmaz ben geri gitmek istiyorum da diyebilir. Ben bu dünyada yaşamak istemiyorum bırakın bir ay bir gün bir saniye bile kalmak istemiyorum (u)da muhtemeldir. Topluma dönersek yok mu bu düşüncede olan insanlar var. Bir saniye bile dünyada kalmak istemeyen dünyasına, memleketine isyan eden düzenine isyan eden ötekileştirilmiş insanlar. Nedenini bilimsel olarak incelemek gerekiyor. Onun içindir ki yeni yapılan binalarda bir soğukluk var. Bir eğretilik var. Tamamen yapay dünyanın yapay yapıları onlar. Her ne kadar adına modern de denilse bir soğukluk hâkim. Bu sadece binalarda değil sokalar da çarşılarda yediğimizde içtiğimizde hayatın her alnında mevcut bu.
Bina yapan müteahhit işçisine soğuk, işçisi patronuna. Kimsenin kimseye güvenmediği bir ortamdayız. Kasaptan et alırken at etimi it etimi diye sürekli kaygı içerisindeyiz. Markette alışveriş yaparken sürekli bir şüphe hâkim artık. Neden? Neden? Neden? Hiç soruyor muyuz kendimize acaba neden? Mesela ev alacağız. Acaba depreme dayanıklımı değil mi? Nereden bileceğiz. Onun için herkesin başını ellerinin arasına alıp düşünmesi şart. Nereye kadar bu hovardaca tüketimi devam ettireceğiz. Olaya nereden başlayacağız? Belki biraz konumuzun dışına çıktık ama bunların hepsi birbirine bağlantılı şeyler. Hani derler ya bir mıh(çivi)bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir kumandanı, bir kumandan bir orduyu, bir ordu bir memleketi zafere de ulaştırır hezimete de. Yukarıda konuya başladığımızda sormuştum. Acaba ben öyle soğuk gökdelenler yapar mıyım diye. Yapmam. Bu sorunlardan dolayı yapamam.
İnsanların daha sıcak yaşam alanlarının olacağı, sabah uyandıklarında komşularına çıkarsız günaydın hayırlı sabahlar diyebilecekleri, sosyal varlık olan insanın daima iletişim halinde olabileceği yaşam alanları oluşturmak gerektiğine inanıyorum. Ben bu olguyu eski yapılarda görüyorum, hissediyorum ve algılıyorum. Hayvanlara dahi yaşam olanakları sağlayan yaşam alanlarının ve şehirlerin eskiden olduğu gibi şimdide olabileceğine inanıyorum. Böyle bir şehrin gerçekten Avrupa başkenti olmayı hak edeceğini düşünüyorum. Dolayısıyla biz aslında 2010 Avrupa başkenti olmayı şimdi hak etmedik. Bu bize atalarımızın hediyesiydi, mirasıydı ve biz bu mirastan git gide uzaklaşıyoruz. Kendi kendimizi bitirdiğimizin farkında değiliz.
Devam edecek.